25 Aralık 2011 Pazar

Güneydoğu Anı-Gezi Yazıları - 4

4. Gün - Hasankeyf. Midyat, Mardin

Günler ilerledikçe erken uyanma planları tutmamaya başladı. Diyarbakır'dan 06.30'da çıkmayı planlarken 07.30'da anca çıkabildik.


Rotamızda ilk önce Hasankeyf vardı. Gezmek görmek güzel ama bu gibi yerlerin yok olacağını bilmek insanın içini burkuyor. Mükemmel bir doğa manzarası ancak Ilısu Barajı'nın yapılmasıyla su 30-40 metre yükselecek ve bu antik şehri yok edecek. Geçen sene şehrin içinde bir kaya parçası kopmuş ve bir insan ölmüş. O nedenle mağaraların içine giremedik ama en tepeden görülebilecek her yeri gördük, yörenin çocukları da güzel Türkçeleriyle bize yardımcı oldular. Sıcakkanlılıkları yüzümüzü gülümsetti ki verdiğimiz bahşişi kabul etmeyişleri bunun göstergesiydi. Dicle kıyısında biraz daha vakit geçirdikten sonra yola çıkmamız gerektiğini farkettik, arabımıza bindik ve Midyat'a doğru yola koyulduk.


Midyat takı cenneti.. Telkare denilen oraya özel işlemeli gümüşleri var. Kızları çarşıda bıraktık, biz erkekler gezmeye devam ettik. Tarihi evleri gördük, Süryani şarabı tattık ve aldık. Döndüğümüzde kızlar hala takı bakmaya devam ediyorlardı. Onları alıp Mardin'e doğru yola çıktık.





Mardin'e vardığımızda saat 14.00 olmuştu, havanın aydınlık kalma süresini düşünürsek geç kalmıştık. Çünkü Mardin üç saatte bitecek bir şehir değildi. Yine de yemek her şeyden önce geliyordu. Önceden aldığımız bilgilere göre mahalli yemekleri en güzel şekilde yiyebileceğimiz bir lokantaya girdik, Mardin'e has yemeklerin hepsinden tattık. Karışık tabakta gelen yemekleri bitirdikten sonra en beğendiklermizden birer porsiyon daha söyleyerek yemeğin yine hakkını verdik. Halep tava, güveç günün yıldızları olmak üzere kaburga dolması, ırok, sembüzek de Mardin'in güzel yemekleri arasındaydı. Maalesef yemek fotoğrafları yien bulunamamaktadır. :9 

Yemeğin ardından hızlı şekilde maksimum verimle o eşsiz mimari yapıların içlerini ve ara sokaklarını gezdik, inceledik. Girdiğimiz bir handa oturup Menengiç kahvemizi içtik, soluklandık. Akşam olunca ne yapsak diye düşünürken bünyemiz sıra gecesine alışmış olacak ki hadi sıra gecesine dedik, kendimizi masaya oturmuş sıra gecesi ekibini beklerken bulduk. Kazancı Bedih'in ekibinden müzisyenlerin de içlerinde bulunduğu ekip çok başarılıydı.





Gecenin bitmesine 10-15 dakika kala kalacağımız yere doğru yola çıktık. Kalacağımız yer biraz! bakımsızdı ama o derecede uygundu. Sonuç olarak hijyen ile eğlencenin ters orantılı olduğu bir gece geçirdik. Az hijyen, bol eğlence. Dokuz kişi aynı odada kalmanın da bunda etkisi var tabii ki.

13 Aralık 2011 Salı

Güneydoğu Anı-Gezi Yazıları - 3

3. Gün - Diyarbakır

Aslında bizim ilk planımız sıra gecesinden sonra Nemrut'ta gün doğumunu izlemek için gece yola çıkmaktı. Ancak Nemrut'un karla kaplı olduğunu ve gidilemeyecek kadar soğuk olduğunu öğrenince plan değiştirdik. Şanlıurfa'dan sabah yola çıkıp Atatürk Barajı'na gittik. Hep kitaplarda gördüğümüz Türkiye'nin en büyük barajını bu kez canlı olarak gördük. Barajdaki kanalları su parklarındaki kaydıraklara benzettikten ve bu seviyede birkaç espri daha yaptıktan sonra Diyarbakır'a doğru yola çıktık.


Diyarbakır'a doğru yola çıkarken hafta sonu Nevruz'un kutlanacak olması ve dolayısıyla olay çıkma ihtimali nedeniyle az da olsa tedirgindik. Şehre girmeden bizi Nevruz afişleri karşıladı, yüz metrede bir vardı aşağı yukarı. Gergin bir ortama doğru gidiyorduk sanki. Ancak şehre girdiğimizden itibaren bu önyargı uçtu gitti. Sıcakkanlı insanların yan yana yürüyüp, birbirine yardım ettiği bir şehir Diyarbakır. Bunu içerden görerek rahatça söyleyebiliyorum. Televizyonda sıkça izlediğimiz haberlere anlam vermek mümkün değil.

Kahvaltıyı Atatürk Barajı'nın oradaki bir pidecide yaptığımızdan dolayı eşyalarımızı otele bırakıp hemen şehri gezmeye başladık. Keldani Kilisesi, Ulucami, Mardin Kapı, Urfa Kapı gibi eserleri gördükten sonra (Meryem Ana Kilisesi'ni dakikalarla kaçırdık) asıl eserler olan yemeklere geldi sıra. Öğle yemeği olarak ara sokaktaki bir kebapçıda hepsi birbirinden leziz olan lahmacun, ciğer ve kebaplardan yedik.


Biraz daha gezdikten sonra akşam daha dinç olabilmek için otelde bir saat uyumayı tercih ettik. Akşam yemeğinde ciğer şiş ve sac kavurma yedik. Yediğimiz en güzel yemeklerden biriydi. Yemeğin ardından grubumuza İstanbul'dan gelen dört kişi daha katıldı ve toplamda on dört kişi olduk.

Diyarbakır'a gelip kadayıf yemeden geri dönmenin gezinin temel amacına aykırı olduğu konusunda fikir birliğine vardık ve gece saat 23.30'da Kadayıfçı Levent Usta'ya gittik. Fıstık konusunda gayet cömert olan, insanın o dolu mideye rağmen tabaktaki son fıstığa kadar yemek istediği bir kadayıf yedik. (Kavurmalı, kadayıflı fotoğrafları bulamadım :/) Midemiz dolu, ruhumuz mutlu bir şekilde otelimize geri döndük. Yorgun ve uykusuz olmamıza rağmen, ertesi gün saat 06.00'da uyanacak olmamıza rağmen saat 03.00'e kadar odada muhabbet ettik. Bu muhabbet esnasında geziye bu gece katılan Derya ve Onur’dan mutlu bir haber ve bu haberin perde arkasında yaşananları da öğrendik. (Bkz: Bodrum Düğün Fotoları :9)

Mutlu olayların ve mutlu haberlerin olduğu bir gündü yine. Mutluluklar sonsuza kadar sürsün, hem arkadaşlarım için hem de kardeşliğin şehri Diyarbakır için.