9 Aralık 2012 Pazar

Kararlar

Hayat bizle oyun oynar bazen. Hele tesadüflere inanmıyorsanız birinin sizle dalga geçtiğini, için için güldüğünü hissedersiniz. Karar vermenizi ister, kararsız bırakacağı kesindir. Eylemsiz kalmak istersiniz, kalamazsınız. En ufak hareketiniz bir daha şimdiye dönememe anlamına gelir. Ama bir şeyler yapmalısınızdır..

Radyoyu açarım ben. Tek başıma, aslında tek değil –radyo var, müzik dinlerim. Bir iki kitap karıştırır, içlerinden birkaç cümle okurum. Bunları kafamda evirir çeviririm. Bir yerden, ya müzikten ya kitaptan, eskilere bağlanırım. Kümülatif yaşıyoruz demiştim daha önce. Biriktirmek önemli. Belli bir yaşa geldikten sonra aldığımız kararların, daha doğrusu içinde bulunduğumuz durumların, geçmiştekilerle benzememesi ya da kesişmemesi imkansız gibi. Döner dolaşırım eskide, bulurum. Eskiyi yargılmalı mı peki? –Evet. Eğer durum sadece benzerse –aynısına ait değilse, hatırlamak -verilen kararların nedenini, nasılını hatırlamak önemli. Daha sonra ise uzanır, gözlerimi kapatır ve düşünürüm, bu sefer tek başıma...

Ve sonunda o karar verilmeli. Sonucu bilinmese bile, gecikmişliğin, hayatı yakalayamamanın verdiği çaresizlikten öte bir can sıkıntısı yok. Kararın getireceği kötü sonuçlar bir sonraki kararlar için referans olur ve iyi sonuç olma ihtimali hesaba hiç katılmazsa hayal kırıklığı derecesi de o derece azalır. (Yersek tabii)..


10 Kasım 2012 Cumartesi

Biz Ne Kadar Atatürküz?

Her 29 Ekim, 10 Kasım'ın habercisidir benim için.. Birinde kocaman bir coşku, birinde derin bir hüzün. Tabii ki dünyanın en büyük liderine sahipken O'nu erken kaybetmek gerçekten çok acı verici ve kabul edilebilir değil..

Ancak(!) Atatürk sadece etten kemikten bir varlık değil bunu unutmamak lazım. Atatürk bir düşünce! Atatürk demek özgürlük, bağımsızlık demek. Atatürk demek vatanını, milletini sevmek demek. Atatürk demek cesaret etmek, yılmamak, meydan okumak, savaşmak demek. Atatürk demek Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet var olacağı demek.

Burada kendimize şunu sormalıyız: Biz ne kadar Atatürküz?

Eğer yukarıdaki düşüncelere sahipsek birebir, Atatürk ölmemiştir, bir değil binlerce, milyonlarca yaşıyordur aramızda. O'nun emanetleri emin ellerdedir. Bu yüzden bayrakların yarıya indiği bu günde başlarımız dik olsun. O'nun düşüncelerini taşıyorsak, O'nu temsil ediyorsak, bizler de O'nun izindeki Atatürkleriz demektir.

Atam; sen rahat uyu, bekçisiyiz biz cumhuriyetin! Hitaben her zaman aklımızda..


24 Ekim 2012 Çarşamba

Gerisi Hayat!


Taşlık denizi sahilden kum taşıyarak içi kumlu hale getirmeye çalışan çocuklar gibiyiz çoğu zaman.. Kendimizi veya başkalarını tatmin etmek için inanmayarak, sonucunu bilerek veya bilmeyerek anlamsız hareketler yapıyoruz. Boşa kürek çekmeyi çok seviyoruz.. Çünkü kafayı başka bir yana çevirmek o kadar zor ki.. Aslında zor değil ama zor işte. Yine insanın kendinden çok başkalarını bu değişikliğe uydurması, ikna etmesi sanki sıkıntı yaratan.. Farkında olunması gereken şey insana zarar veren ya da bir katkısı olmayan bir düşünceye/kişiye inanmaya devam etmek, üşengeçlikle ve ikinci-üçüncü kişilerin bu durumdan olan istifadeleri ile doğru orantılı. Halbuki hayat akıp gidiyor. Tek ihtiyaç o kıvılcım, o aktivasyon enerjisi. Gerisi hayat..


21 Eylül 2012 Cuma

Utanç

"İlköğretim öğrencisi 13 yaşındaki Ö.D., geçen mart ayında tecavüze uğradığı için intihara kalkıştı. Aile, Ö.D.'ye tecavüzle suçlanan sanıkların yakınlarının da aynı okulda olması nedeniyle, bu öğretim yılında 6'ncı sınıf öğrencisi 12 yaşındaki G.D., 4'ncü sınıf öğrencisi 10 yaşındaki G.D. ve birinci sınıf öğrencisi olan 7 yaşındaki S.D.'nin naklini İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün de görüşünü alarak başka bir okula istedi. İkisi kız 3 kardeş, kayıt işlemlerinin ardından formalarını giyip dün okula gittiklerinde, iddiaya göre okul müdürü "Sizi aileler istemiyor" diyerek içeri almadı.

"Çocuklar şu anda okulda" diyen Ayhan, "Velilerin bir kısmı tecavüz konusuyla ilgili kaygıları olduğunu okul müdürüne iletmişler. Okul müdürümüz de sadece bu konuyu velimizle paylaşmış. Tabi velimize de bu ağır gelince bu olay yaşandı. Ancak okula alınmama gibi bir durum kesinlikle söz konusu değil" ifadelerini kullandı................................."

Bunu kabul edemiyorum. Bu kafa yapısındaki karaktersiz insanların varlığını ve düşüncelerini bu şekilde açığa vurabilmelerini içime sindiremiyorum. Hiç mi empati kuramaz insan? Ya da hiç mi insan sevgisi yoktur içinde? O çocukların psikolojisi zaten darmadağın. Sen ne hakla bu şekilde bir baskı uygulayabilirsin?

Bunu velilere ileten müdür, bu kadar mı basiretsiz bir insansın? Okul denen yer senin sorumluluğunda. O çocuklara hayatı öğreteceksin orda öğretmen arkadaşlarınla, toplumu, saygıyı, sevgiyi... Nasıl almazsın o çocukları içeri? Yoksa sen de sadece o diğerleri gibi düşünme yeteneği olmayan, fırsat eşitliğinden bihaber cahillerden misin?

Soyadı Ayhan olarak haberde adı geçen kaymakam.. Neden geçiştirmeye çalışıyorsun konuyu? Neden gereken yapılacak diyemiyorsun? Yoksa sen de sadece onlar gibi misin?

Daha çok söylenecek şey var da.. Maalesef bu ülkede bu cahillikte, bu kafa yapısında daha çok insan olduğunu biliyorum ve utanıyorum..

31 Ağustos 2012 Cuma

Yabancı

Belki de O'ydu aradığın. Yolda, vapurda, okulda gördüğün, kaçamak bakıştığın. Bakışmak işteş. Belki O da seni arıyordu, farkında değildi. Sen de farkında değildin zaten. Ya da farkındaydınız da söze nasıl başlayacağınızı bilmediniz ikiniz de. O sustu, sen sustun. Sen sustukça, o da sustu. İki yabancı olarak karşılaştınız, iki yabancı olarak tamamladınız bakışmalarınızı. O gitti, sen kaldın. Sen gittin, aklın kaldı..

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Lego'nun Hikayesi

İşlerini iyi yapan firmalar, pazarlama ya da finans ne demek az çok biliyorlarsa, var olan tüketim toplumuna da bağlı olarak bir şekilde pazarda yerlerini bulurlar. Bir de bunun fazlasını yapan, kendinden söz ettirmesini bilen firmalar var. Bunu da genelde (sosyal sorumluluk çalışmalarını da pazarlama aracı sayarsak artık!) pazarlama faaliyetleriyle yapıyorlar. Çok beğendiğim bir örnek için yazdım bunları. Bir başarı hikayesi sıradan bir başarı hikayesi olabilir. Ama bunu güzel anlatırsanız, daha çok kişinin bildiği bir başarı hikayesi haline getirebilirsiniz.


13 Ağustos 2012 Pazartesi

İyi Kimseler Gidince

Az tanıdığınız çok iyi insanlar bazen varlar, bazen yoklar. Aslında hep varlar ama bazen ansızın gözlerini kaparlar dünyaya. Haberi aldığınızda paylaştığınız anlar gelir aklınıza, çok da fazla olmamasına rağmen onun iyiliğini kanıtlarcasına. Sonra belki bir pişmanlık duyarsınız onu daha iyi tanımadığınıza. Ama olan olmuştur ve bir iyi insan daha erkenden gitmiştir iyilerle kötülerin karma dünyasından. Tek teselli; geriye bıraktığı iyi hatıralar, iyi düşünceler kalmıştır, aynı kendisi gibi..


17 Temmuz 2012 Salı

EşitSiz - Ya Onlar?

Fırsat eşitsizliği diye bir şey var. Doğduğun anda, belki doğmadan, sahip oluyorsun bu eşit olmayan sosyal özelliklere. Daha sonra hayatın boyunca memnun olmadığın her şeyi düzeltmek için çabalıyorsun. Kimi zaman yeterli olmuyor bu çaba aradaki farkı kapamaya, kimi zaman da hedefe ulaştığında koca bir ömrü geride bıraktığını fark ediyorsun.

Bir de eşit! olan özelliklere sahip olanlar var. Şanslılar diyebiliriz belki onlara, ya da olması gerektiği gibi olanlar. Kendilerine daha ileri hedefler koyabilen, başarmak içinse daha çok imkana sahip olanlar..

Bir de tersten eşit! olanlar var. Oğlunun aldığı, bir memurun 3 yıllık maaşı değerindeki tekneyi adamlarına parçalatanlar..

Sonuçta eşitsizlik sadece ülkemizde değil tüm dünyada var olan bir gerçek. Bunu herhangi bir siyasal veya mali düzen çözebilecek olsaydı, bugün zaten bu durumda olmazdı hayat. Tabii olaya sadece imkan, para, sosyal statü olarak bakmamak gerek. Hani ölmek üzere olan Afrikalı bebeğin civarında bekleyen akbaba var ya.. İşte eşitsizliğin en ağır fotoğrafı orada.

Burada asıl konu bu eşitsizliği kabullendikten sonra özellikle eşit! olan diye bahsettiklerimin bu duruma karşı ne tavır takındığı ve bunu gidermek için içinde istek uyanması gerektiğidir. Tersten eşit! olanlardan böyle bir şey beklemek zor.. Ancak aklı, fikri hür insanların adalet anlayışı ve adil olma isteği, hayatın tüm gerçeklerini pozitife döndüremeyecek olsa bile çevresindekilere umut ve mutluluk kaynağı olacaktır. Hayat aslında bu kadar basit.

Peki siz, -bugün ya da bugüne kadar- daha adil, daha eşit, daha umut dolu bir toplum için ne yaptınız?

1 Temmuz 2012 Pazar

Doğru Zamanlama


Bazı aksiyonların ne olduğundan çok zamanlaması önemlidir. Ne yönde olduğu farklılık gösterebilir, sonuçta sizin kararınız, ancak zamanlaması çok net olmalı. Ve zamanı geri getirememek en büyük kısıt. Çünkü doğru zaman genelde geçmişe doğru bakıldığında fark edilir.

Peki zamanlamada hangi faktörler etkili? İlki zeka/kalp. Konuya göre değişiyor bu ikisi. Bunların farketmesi, anlaması/hissetmesi ve yönlendirmesi gerekmekte. Doğru zaman geldiğinde aksiyona karar verip, bunun için etraflıca düşünüp, doğruyu bulmada yardımcı olmalılar.

İkincisi ise cesaret. Harekete geçmenin anahtarı olan cesaret. Zeka/Kalp pası atar ve golü atmak ona kalmış. Cesaret derecesi bir şeyin ne kadar istendiğini, o şey için ne kadar kararlı olunduğu ile doğru orantılı. Ancak fazla güce dikkat. Bu seviyeyi doğru zamanlamayla birleştirmek önemli olan. Tüm soruların cevabı bu aslında: Erkene engel olmak, geç kalmamak!

Doğru zamanlamayı bulmak her zaman kolay değil, evet. Bunun sürekli farkında olacak kadar dengeli davranmak daha da zor ama unutmamalı ki bu sayede kafadaki belki'lerin ve keşke'lerin olasılığının artması var. "İmkansız" kelimesi bile var olan şartlar için geçerli, şartların değişmeyeceğini kim bilebilir?

9 Haziran 2012 Cumartesi

Bir Ufak Farklılık


Metrobüsten 10 dakika yürüme mesafesinde olan evime yürürken hep aynı kaldırımı kullanırım, ki çok normal, metrobüs çıkışı ve evim caddenin aynı tarafında. Yürürken de arkadaşlarımı ararım, hem seslerini duyarım hem de yürürken vakit geçiririm. Hızlıca geçer vakit, eve gelince de "Eve geldim." der kapatırım. O gün metrobüs ile evin arası benim için aynı kaldırım ve aynı telefon..

Bugün aceleden taksi tutmaya karar verdim, karşı kaldırıma geçtim. Taksi gelmeyince işimden vazgeçip yürümeye başladım. Yürürken sanki farklı metrobüsten inmiştim ya da farklı bir eve gidiyordum. Farklı sokaklara, insanlara rastladım. Farklı her sokak, her insan farklı bir renkti, siyah beyaz rutinden sonra. Bunun yanında bir bahçeden sarkan aynı dal yüzünden başımı eğmek zorunda kalmadım. Canımın kuru pasta çekmesine sebep olan pastanenin önünden de geçmedim. Arabaların gelişini değil, gidişini izledim bu sefer...

Karşı kaldırımı seyrettim biraz da. Metrobüs dönüşü o kaldırımdan yürüyen insanları, nasıl göründüklerini izledim. Tam paralelimde kendimi yürürken hayal ettim hatta..

------

Ufak farklılıkların yarattığı değişik tatlar güzeldir. O ufak farklılıklar rutini dışarıdan izletir, kendisini tanıtır insana.  Empati sağlar, bakış açısını genişletir. En önemlisi tekdüze olmadığını gösterir hayatın.. Kendisinin "tek" olmadığını, hayatınsa "çok" olduğunu fark eder insan..

Son söz: Bir şeye farklı açıdan bakıldığında, en kötü, arkasındaki görüntü değişir.

31 Mayıs 2012 Perşembe

ÖSS Okul Puanları

ÖSS hayatımızın bir gerçeği. ÖSS'yi atlatmış biri olarak pek puan, sistem vs takip etmiyordum ancak bu sene kardeşimin girecek olmasından dolayı az çok sistemi biliyorum. Çok süper olamamakla birlikte -ki bu nüfusla daha iyisini olur mu bilmiyorum- normal bir şekilde ilerliyor sistem.

Ancak okul puanlarıyla ilgili bir değişiklik yapılmış. Eskiden okul puanları öğrencinin okul sıralamasına ve okuduğu okulun ÖSS'deki başarısına göre belirlenirdi. Artık her okul eşit seviyede değerlendirilecek, sadece öğrencinin okuldaki sırası esas alınacak. Yani okulların zorluğu ne olursa olsun aynı kabul edilecek. Peki bu durumda ne olacak?

Anadolu liselerinin okul puanını düz lise seviyesine indirgemek, anadolu lisesindeki eğitimin seviyesini düşürecek. Köklü olan birkaçı dışında anadolu liseleri bu nedenle tercih edilmeyecek, bu okullardaki öğretmenler öğrencilerine haksızlık olduğu gerekçesiyle daha yüksek not almaları için daha az öğretecek, sınavda daha kolay soracak.

Tüm bunları düşününce, bu değişikliği savunmak için söylenebilecek fırsat eşitliğinin bunla alakası olmadığı çok açık ortada. Aynı zamanda yapılan büyük bir haksızlık olmakla birlikte önü açık gençlerin önünü tıkamaktır.

Umarım dışarıdan çok önemli görünmeyen bu değişiklik düzeltilir.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Küsülen Şarkılar

Bazen küsersiniz şarkılara herhangi bir nedenden ötürü. Dinlemezsiniz çok uzun bir süre. Radyoda çıkınca kanalı değiştirir, internette asla tıklamazsınız üstüne. Aradan zaman geçer, unutmazsınız neden küstüğünüzü, hatıralar unutulmaz. Ancak anlamsız gelir artık bu anlamsız küslük. Zira şarkı, o hatıradan çoktan kurtulmuştur. Şarkıyı dinlerken hatırayı değil, o zamanki saf halinizi hatırlar, seversiniz. O halinizi özlersiniz, ne de olsa o eski saf haliniz şarkılara küsmeyecek kadar özgürdür artık.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Oran-Üzüntü

Üzülmenin kötü bir şey olduğunu hiç düşünmedim. Gidene, kaybedilene, özlenene saygıdır üzülmek. Geçicidir. Tüm üzüntüler geçicidir. Kimi zaman uzun, kimi zaman kısa. Alışıyoruz duruma, unutuyoruz bir yandan da. Uğruna dünyaları feda edeceğimiz aşkımızı, çok sevdiğimiz vefat etmiş aile büyüklerimizi, biraz da eleştiri katarsam daha birkaç ay önce şehit olan askerlerimizi.. Ne sıklıkla hatırlıyoruz? İlk an hissettiklerimizle şimdi hissettiklerimiz arasındaki fark ölçülemeyecek kadar büyük. Her şeyin ilacı zaman sözü doğru, hem de yan etkileriyle beraber.

Bir de sevinmek var. Elde ettiklerimizin, sahip olduklarımızın, başardıklarımızın dışa vurumu olan, tamam ne güzel. Ancak koşulsuz ve süresiz olmamalı bu hal. Ağırbaşlı, bilinçli ve değer vererek hareket etmeli çünkü sevinç haline kendimizi kaptırınca, o değer hassasiyetini korumak ve göstermek çok da kolay olmuyor.

Duygusal olarak plansız yaşıyoruz her zaman, planlısı da mümkün değil pek tabii. Ama ufak da olsa etki edebiliyorsak kafamıza, kalbimize; elde ettiklerimize sevinmemizle, kaybettiklerimize üzülmemizin oranı aynı olmamalı. Üzüntülerin oranı daha yüksek olmalı ki elde edeceklerimizin değerini daha iyi anlayabilelim.

3 Nisan 2012 Salı

Hesap - Kitap

Hesap kitap insanı oldu herkes. İçinden geldiği gibi değil, bir sonraki hamleyi düşünerek hareket edenlerle dolu etraf. İlişkiler hep çıkar üzerine. O yüzden hep yapmacık, hep oyuncu oldu insanlar. Halbuki herkes saf olsa, iyi niyet ve cesaret dolu olsa, bunun yanında anlayışlı ve saygılı da olacak tabi.. Çok mu zor bunların hepsi? Sanki..

E ne oluyor o zaman, biz farklılaşıyoruz. Onların dünyasında, onların arasında kaybolmamak adına, kaybetmemek adına biz de başlıyoruz küçüklü büyüklü hesaplara. Ama bu sefer şerefimizle kaybetmek yerine onlarla birlikte kaybediyoruz. Savaşıp tek başına kaybetmekten korkup, kaybetmeyi paylaşıyoruz, kabulleniyoruz.

Sonucun aynı kapıya çıktığını görmek bu kadar zor olmamalı. ve eminim ki -ve siz de emin olun ki- yalnız değiliz. Bizden başka "gerçek'ten insanlar"ın varlığına inanın. O insanlar bize hesap kitapları yırtıp atacak gücü verecek kişilerdir.

27 Mart 2012 Salı

Girişimcilik

Geçen hafta E-pazarlama dersimizin iki konuğu vardı. Oyuncakdenizi.com'un kurucusu Serkan Hondur ve indirdik.com'un kurucusu Mustafa Acet. Hikayelerini dinledik bu iki genç girişimcinin. Bakmayın genç dediğime, aramızdaki yaş farkı hatırı sayılır ölçüde, onlar yaşlı olmasa da ben onlardan gencim en azından :9 Genç dedim çünkü, derse konuşmacı olarak gelmelerinin nedeni girişimci fikirlerinin peşinden koşmaya başladıkları zaman en az benim kadar genç olmalarıydı.

İki girişimciden de başarı hikayelerini dinledik. Kuruluş aşamasında ne kadar zorlandıklarını, ufacık bir gelişmenin onları ne kadar mutlu ettiğini, zamanlarının çoğunu bu işe harcadıklarını ve sonunda aramaktan aranan kısma geçtiklerini anlattılar bize. İmrenmemek elde değil ancak 4. sınıfa gelmiş, yarısından fazlası halihazırda yarı zamanlı olarak büyük şirketlerde çalışan öğrenciler bu konuşmalardan ne kadar etkilenecek, büyük bir soru işareti.

Diyelim ki, gelişmekte olan bir sektörde çok başarılı olacak yenilikçi bir fikrimiz var ve 4. sınıfa kadar beklemişiz. Ha deyince iş kurulmuyor tabii ki. Tecrübesiz ve sermayesiz bir şekilde girişimci bir fikrin peşinden koşmak ciddi anlamda cesaret gerektiriyor.

Fikir çokluğunun ve kirliliğinin gitgide arttığı bu ortamda fikrimiz diğerlerinden nitelikli olsa bile aralarından onu sıyırabilmek için doğru adımlar atmak gerekiyor. Bu doğru adımlardan ilki güzel bir iş planı çıkarmak. İkincisi ise sabırlı olmak. Sabreden derviş girişimciymiş. :9

25 Mart 2012 Pazar

Yalnızlığın Tanımları

Herkesin içinde biraz yalnızlık vardır (hani dedik ya yalnızlık ömür boyu diye), buna bağlı olarak da bir yalnızlık tanımı ve düşüncesi. Ben de merak edip yazarlardan, düşünürlerden birkaç yalnızlık tanımı derledim. İyi okumalar.

"Ben bütün kötü şeylere yalnızlık diyorum"
Cemal Süreya

"Yalnızlık önce kral, sonra ve daima cellat. Boynunu vurmadığı, sıfıra indirmediği hiçbir maddi varlık, hiçbir manevi değer kalmamış."
Attila İlhan

"Yalnızlık, zayıf bir kişi için yeryüzündeki en dayanılmaz acıdır."
Maksim Gorki

"Vücut bulmuş her ruh yalnızlığa mahkumdur."
Aldous Huxley

"Kalbin gerçek, derin barışı ve tüm ruhun huzuru sadece yalnızlıkta bulunur."
Schopenhauer

'İki insan birbirini yalnız bırakabilir. İki yalnız birbirini kurtaramaz yalnızlıktan… Yalnızlık; gelişi doğumunki gibidir, iki kişi ister. Gidişi ölümünki gibidir, bir kişi ister...'
Özdemir Asaf

"Yalnızlık, hayatı sessize almaktır.."
Küçük İskender

"'Yalnızlık" tek kelime. Söylenişi ne kadar kolay! Oysa taşınması o kadar zordur ki..."
Goethe

"Yalnızlığımda seni büyüttükçe kalabalıklaşacağım;
sen kendi kalabalığında hep yalnız olacaksın."
Yılmaz Odabaşı

"Mutlak yalnızlık bana gittikçe temel bir formül gibi, asıl tutkummuş gibi geliyor. Yani yapıtların en güzellerini yarattığımız anları yalnızlığa borçluyuz. Pek çok şeyi yalnızlık uğruna feda etmeyi bilmek gerekir."
Nietzche

"Düşünmeyi göze alan, önce yalnızlığa alıştırmalıdır kendisini."
Melih Cevdet Anday

"İnsan, kendiyle başbaşa kaldığı o sonlu, somut anlarda değil; kendisinden başkası olamadığını anladığı o sonsuz soyut anlarda yalnızdır."
Elif Şafak

"Düşündüm ki yalnızlık.. Yoktur. Yüreğin varsa, yalnız değilsin. Gönlün varsa.. Seni yalnız bırakmaz. Hele aklın.. Aklın varsa zaten başına bela olur, istesen de yalnız kalamazsın. İstesen de.."
Yunus Emre

Yalnızlık, bazen yanlışlık bazen de yalınlık.
:9

16 Mart 2012 Cuma

Ne Geçmiş Var Ne Gelecek

Yaklaşık iki haftada bir eski fotoğraflara bakıyorum. Geçmişe olan özlemden ya da şimdiden kaçmak için değil, bugünü ya da geleceği daha verimli, daha doğru yaşamak için. Baktığım fotoğraflar, fotoğraflandığına göre genelde güzel zamanlar oluyor. O zaman güzel hatıralar geliyor gözümün önüne ama hemen farkediyorum ki aslında hatıra olduğu için güzel olan zamanlar onlar. Bu zamanda hatıradan öteye gidemeyecek kareler. Geçmişten bugüne durum böyleyse, bugünden geleceğe ne olur onu görmeye çalışıyorum sanırım. Tabii su bardağının arkasından bakarak Cine5 şifresini çözmek kadar umutsuzca bu yaptığım. En azından deniyorum, hem inanmayacaksınız belki ama bardağın arkasından bakınca az da olsa seçebiliyordum. :9

10 Mart 2012 Cumartesi

Huzur

Huzur nerede? Huzur düzenli bir hayatta. Huzur arkadaşlarda. Bazen yalnızlıkta, bazen sade bir müzikte. Hatta kimi zaman parada. Tabii ki sevgilinin başucunda, dizelerde, delirircesine bağırmakta, deniz kenarında, uzun bir araba yolculuğunda, uyumakta, mutfakta, gülümseyişte, küçük kuzenle oynanan oyunda, sağlıkta, sessizlikte, ağlayıp rahatlamakta, kazanmakta, olgunlukta, çocuklukta, platonik bir aşkta, yağmurun altında, kitaplarda, sobada, sonbaharda, karanlıkta.. Arayanların bulamadığı huzur, aslında sahip oldukları her şeyde, içinde bulundukları her yerde. Olay onu farketmekte.

26 Şubat 2012 Pazar

Büyümek

Büyüyoruz. Gördük, öğrendik, yaptık, yaşadık, yaşıyoruz. Yaşarken biriktiriyoruz. Kümülatif ilerliyor hayat, ne ala.. Dolu dolu ilerliyoruz ama gözden kaçan şu ki, bir yandan da tüketiyoruz. Biriktirdiğimizden fazlasını tüketiyoruz bazen. Arzularımız, isteklerimiz, sevgilerimiz, sevdiklerimiz tükeniyor gitgide. Saflığımız lisedeki platonik aşklarımızla birlikte uçtu gitti zaten. Başkalarının gözlerine bakmaktan, gözümüzü kapatıp düşünmeye cesaret edemez durumdayız. Önyargısız bir hayatımız vardı, şimdi şüpheden adım atamaz bir haldeyiz. Neden? Gözümüzü kapatıp düşünmenin vaktidir. İçimizdekileri kaybetmenin zorunlu olmadığını, bizle birlikte büyüyen dünyamızın bize ait olduğunu anlayana kadar. Kendi güneşimizi boyayana kadar. Gözünüzü kapatın ve düşünün..

9 Şubat 2012 Perşembe

Cepte Kalan Son Yalnızlık

Cepte kalan son çekirdek tanesi..
Tüm çekirdekler biter
En son o kalır
Unutursun onu orda.
Sonra, ertesi gün
Olur olmadık bir anda
Elin gider cebine, farkedersin
Orda duruyordur hala.
Onca çekirdeğin arasında farkedemesen de
Usulca bekler son çekirdek tanesi.
Ta ki sadece o kalana kadar
Ta ki sen onu farkedene kadar.

İçte duran o yalnızlık duygusu..
Etrafındaki kalabalık gider
En son o kalır
Unutursun onu içinde.
Sonra, ertesi gün
Olur olmadık bir anda
Düşünürsün, farkedersin
İçinde duruyordur hala.
Onca kalabalığın içinde farkedemesen de
Usulca bekler o yalnızlık duygusu.
Ta ki sadece o kalana kadar
Ta ki sen onu farkedene kadar.

Ve bir ömür boyu..

23 Ocak 2012 Pazartesi

O An

"O an" gelir mi hep? O herkesin beklediği, arzu ettiği kısacık zaman dilimi, her zaman gelir mi? Kiminin bir yıl, kiminin bir ömür beklediği.. Tüm soruların cevaplanacağı, tüm yolların rotasını belirleyecek o an. Geri kalan hayatın başlayacağı o an. Hazırsındır o anın gelmesine, ne yapacağını, ne diyeceğini hatta nasıl davranacağını bile biliyorsundur. Tek eksik odur, o andır. O an, bazen hayaller kurduran hayat direnci, bazen de hayattan bezdiren hayal kırıklığıdır. Çünkü o an ya gelir ya gelmez. Gelen ve durmadan gidense sadece zamandır. Farkedebilene ise o an, akıp giden o zaman içinde saklıdır..

5 Ocak 2012 Perşembe

Kör Köyünde Gözü Olmak

Dere, tepe, dağ, bayır dolaşmayı seven tek gözlü bir adam varmış. Yürüdükçe yürür, gezdikçe gezermiş. Bir gün uzaklarda, renkleri karma karışık, alacalı, bulacalı garip bir köy görmüş. Yaklaşmış köyle doğru; yolları yabansı, evleri yabansı, insanları yabansıymış bu köyün. Köyün içine girince anlamış meseleyi, körler köyü imiş meğer burası. Kadınlar, erkekler, çocuklar, velhasıl herkesin sımsıkı kapalı imiş gözleri... Bizim tek gözlü gezgin, o an karar vermiş o köyde yaşamaya.
"Hiç değilse benim bir gözüm var” diyormuş. “Körler ülkesinde şaşılar kral olur derler; ben de bu gariplerin başına geçer, kral gibi yaşarım."
Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, burunları varmış; özellikle de kulakları, çok hassasmış. Kendi aralarında kurdukları düzenlerinde, yuvarlanıp gidiyorlarmış böylece.

Tek gözlü adam, uzaktan uzağa, inceden inceye inceliyor, izliyormuş onları. Yürümeleri yabansı, konuşmaları yabansı, birbirleriyle iletişim kurma yöntemleri yabansıymış, bu gariplerin. Bir gün körlerden biri, diğer bir körün malını çalmış. Tek Gözlü Adam da bunu görmüş. Körler toplumuna kendini kabul ettirme duygusunun dayanılmaz ağırlığıyla, yırtınırcasına bağırmaya başlamış.
- Filancanın malını filanca çaldı!!!
- Nereden biliyorsun, o kadar uzaktan duyulmaz ki, demiş Körler…
- Duymama gerek yok ki, demiş Tek Gözlü Adam, “Gözüm var benim, gördüm onu…”
Körler, “göz” diye bir organdan habersiz oldukları için; “Ne demek görmek?” demişler, “Yani sen duyulmayacak kadar uzak mesafeden, anlıyor musun ne olup bittiğini?..”
“Anlıyorum tabii” demiş Tek Gözlü Adam.
Körler Halkı şaşkın, “O zaman seni sınayacağız, çünkü sana inanmıyoruz!” demişler.

Tek Gözlü Adamı götürüp, hiçbir şeyin işitilemeyeceği bir mesafeye konuşlandırmışlar. Bir de hakem belirlemişler. (Hakem de kör tabii)
Hakem, “anlat bakalım karşı tarafta ne yapıyorlar?” demiş.
Tek Gözlü Adam da anlatmaya başlamış. Oturuyorlar, konuşuyorlar, şu ayağa kalktı, beriki bacağını sallıyor v.s.
Sonra Körler bir evin içine girmişler. Hakem yine sormuş, “Peki şimdi ne yapıyorlar?”
Tek Gözlü adam, “İçeri girdiler… göremiyorum ki!” diye bağırmış.
Körler, Tek Gözlü Adam’ın sahtekarlığını(!) kanıtlamanın(!) verdiği keyifle; “Ne oldu yani içeri girmekle?!” demişler, alaycı alaycı…
- Arada duvar var, göremiyorum, demiş adam.
- Sen atıyorsun, demin söylediklerin de bir rastlantıydı… Bak şimdi bilemiyorsun.
- Çıksınlar dışarı söyleyeceğim demiş, Tek Gözlü Adam...
Bu arada Körler, kendi aralarında gülüşüp, imleşiyorlarmış.
Hakem, “Bu kadar uzaktan duyabildiğine göre; ha içeri ha dışarı, ne fark eder ki?!” demiş.
Sinirlenmiş Tek Gözlü Adam, “Ben duymuyorum kardeşim, görüyorum… gö-rü-yo-rum!!!” diye bağrınmış.
Körler, “Olmaz öyle şey” demişler, “Sen de bir bozukluk var, saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun, seni hekime muayene ettireceğiz…”
Adamı yaka paça yakalayıp, köyün hekimine götürmüşler. (E Hekim de kör tabii.)
Hekim, elleri ile adamı yoklamaya başlamış. Elini, vücudunda, bacağında, yüzünde gezdirirken, “Buldum” diye bağırmış, “Buldum, bozukluk burada!”
Adamın açık olan gözünü kastederek, “Saçmalaması bundan dolayı, ben şimdi düzeltir, hallederim bu işi…” deyip, tüm gücüyle bastırmış parmağını adamın gözüne…

2 Ocak 2012 Pazartesi

Güneydoğu Anı-Gezi Yazıları - 5

5. Gün - Gaziantep

Ve son gün. Yine bir uyanamama vakası. 09.00'da yola çıkmaya karar vermişken istisnasız herkesin uyuyakalıp yine 09.00'da uyanması yorgunluğumuzun bir göstergesi.

Mardin'den yola çıkıp Şanlıurfa üzerinden Gaziantep'e saat 14.00 gibi gelebildik. Gelir gelmez Antep'in meşhur olan yemeklerinden sadece biri olan Nohut Dürümü'nü yedik. Değişik ve güzel akıl edilmiş bir yemek. Çok da ucuz. Ancak fazla yememek lazım gibi.


Gaziantep'te gezilecek yerlerin çoğu yanyana. Cam müzesi, Kale, Mutfak Müzesi, Bakırcılar Çarşısı... Kale hem eğitici hem de güzel bir şehir manzarasına sahip. Kalenin içinde panoramik düzenle bilgiler veriliyor. Okuyacak ve görülecek çok şey var. Şehrin tarihini çok güzel şekilde aktarıyor. Şehit olan 14 çocuk, Araptar Baskını, Kara Yılan, Şehit Kamil hikayeleri bunlardan sadece birkaçı.


Bizim şanssızlığımız pazar gününe denk gelmemiz oldu. Gaziantep'te pazar günleri çarşı esnafının çoğu dükkan açmıyor, bu nedenle çarşıda olan o kalabalık ve heyecandan uzak kaldık. Ancak yine de açık olan yerler vardı, alışverişimizi yapabildik. Alışveriş yapmak çok eğlenceli, tatmadan asla bir şey almıyorsunuz. Dükkan sahibi  hemen ikram ediyor, almasanız dahi sorun yok. Aldığımıza yakın miktarda tattık teşhirdeki ürünleri, tatlıları. Aşağı yukarı hepsi fıstıklı tabii.. Antep'te yetişen, tüketilen fıstığın hesabını düşünemiyorum bile.

Gezerken bir de baktık ki bir kalabalık var, bir dükkandan mal kaçırır gibiler. Biraz yaklaşınca farkettik ki burası İmam Çağdaş. İnsanlar savaş ilan edilmiş de evlere baklava stoğu yapar gibiler. Baklavalarıyla bilinen İmam Çağdaş aslında yemekleriyle daha ünlü, baklava işine sonradan girmiş. Geziye güzel bir kapanış yapmak için girdik İmam Usta'nın yerine, oturduk masamıza. Önden gelen lahmacun leziz, ardından sipariş ettiğim Ali Nazik ise başka bir şeydi. Böyle tarif edilemez bir güzelliği vardı. İnsan bu tatların farkına vardığında İstanbul'da neden bunlar yok diye nasıl hayıflanmasın? Garson bir ara masamıza geldi ve son 2-3 tepsi baklavanın kaldığını söyledi. Bir anda insanlar baklavalara doğru hücum etti. Ben aradan dört kilo çıkarabildim kendime. Alabilenler şanslıydı, böyle garip bir durum. İmam Çağdaş'ın şef garsonuna neden İstanbul'da bir şube açmıyorsunuz diye sorduğumda -ki biliyordum İmam Usta'nın ısrarlara karşı açmadığını, bu kadarı bize yetiyor cevabını aldım. Belki de işlerini iyi yapma nedenleri sadece budur. Her neyse tabii bir de baklavamızı yedik afiyetle.


Gaziantep'te de güzel yemekleri tadarak misyonumuzu tamamlamnıştık. Artık geri dönebilirdik. Havaalanına geldiğimizde yorgunluğumuz yüzümüzden okunuyordu. Sorunsuz ve eğlenceli bir uçak yolculuğuyla da İstanbul'a geri döndük.

Çok güzel beş gün geçirdik Güneydoğu'da. 5 günde 5 şehir gezdik ki kesinlikle yetmedi. Her şehre en az 2-3 gün lazım tek başına. Ancak elimizdeki fırsat ancak buydu ve ne kadar çok görebilirsek o kadar iyi diye düşündük. Gezinin hakkını özellikle her şehirde çok güzel yemekler yiyerek verdik. Gitmeniz, görmeniz ve tatmanız gerek. Özeti budur.