28 Kasım 2011 Pazartesi

Güneydoğu Anı-Gezi Yazıları - 2

2. Gün - Şanlıurfa

Sabah mı gece mi hala karar veremediğim bir saat olan 04.00'te uyanıp 05.00'te Hatay'dan Gaziantep'e doğru yola çıktık. Orada bizi gezinin kalanında bizimle olacak servis şoförümüz Vakkas Abi bekliyordu. Gaziantep'e varır varmaz Şanlıurfa'ya aktarma yaptık. Dönüş uçağımız burdan olduğu için burayı gezmeyi son güne bıraktık.

Şanlıurfa'da bizi uzaktan bir tanıdığımız bekliyordu. Gider gitmez evlerinde kahvaltı ettik, mırra içtik, üstüne bir de Hacı Amca ve Teyze'nin ısrarı üzerine çiftetelli oynadık. Oradan Harran Ovası'na doğru yola çıktık. Harran şehre yarım saat mesafede. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan burada üniversiteyi ve evleri gördük. Dönüş yolunda ise sıra gecesi şarkıları dinleyerek kendimizi akşama hazırlıyorduk.


Hz. Eyüp türbesini görüp, şifalı sudan içtikten sonra Şanlıurfa'nın en meşhur turistik yeri olan Balıklı Göl'e geldi sıra. Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı sırada ateşin suya, odunları balığa dönüştüğü bu mistik yer gerek tarihiyle gerek görselliğiyle büyüleyici bir yer. Elli kuruşa aldığınız bir kase yemi suya attığınızda, balıkların birbirine sürtünmesinden dolayı gıcır gıcır bir ses duyabilirsiniz.


Balıklı Göl'ün ardından hemen bitişiğindeki çarşıda aldık soluğu. Burada isot ve isottan yapılma bir sürü şey tattık ve aldık. Aramızda kutu kutu pekmez alanlar da vardı. Alınırken tadılan pekmezler işe yaramış olacak ki çarşının hemen ardından Kale'ye çıktık. Şehri oradan izledikten sonra inip yavaş yavaş sıra gecesine doğru yürümeye başladık.



Sıra gecesi ekibi ağır ve bilmediğimiz şarkı/türkülerle başladı. Biz bu sırada yemeklerimizle meşguldük, ekibi alkışlamayı da ihmal etmiyorduk tabii ki. Şarkıların hareketlenmesiyle biz de hareketlendik. Öyle ki halay bitiminde nefes nefese kaldığımızdan dolayı tatlılarımıza sadece uzaktan bakabildik. Ekibin önünde çiğ köfte yoğruldu, masalara dağıtıldı. Yavaş yavaş gece son buldu.


Sıra gecesinden sonra bir kez daha Balıklı Göl'e gittik, bir de gece ışıklandırmasıyla gördük. Sohbete dalıp vaktin akıp gittiğini farkedemedik tabii. Geç olunca da otele para vermek yerine serviste uyumayı tercih ettik, etmez olaydık. Oturarak uyumanın pek de rahat bir şey olmadığını tecrübe etmiş olduk. Otomatik açılan kapı, horlama sesleri, camları buhar yapan karbondioksit gecenin en akılda kalıcı öğeleriydi. Ama eğlenceliydi.

Şanlıurfa'da geçen bu güzel gün için Hacı Amca ve Teyze, Bedih Abi ve Ali Abi'ye ayrıca çok teşekkürler..

Not: Sıra gecesiyle ilgili herhangi bir kamera kaydı görürseniz inanmayın, montajdır!

27 Kasım 2011 Pazar

Güneydoğu Anı-Gezi Yazıları

Yer Sabiha Gökçen Havalimanı. On arkadaş heyecanla uzun zamandır hayalini kurduğumuz Güneydoğu gezisine başlamak üzereyiz. Gezimiz Çarşamba "sabahın körü" uçağıyla Hatay'dan başlıyor, ertesi günler Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Gaziantep diye devam ediyor. Gezinin iki amacı var. Birincisi, ülkemizin eşsiz güzelliklerini görmek. İkincisi ve benim için en önemli olanı "yemekler". Düşünmesi bile heyecan verici...


1.Gün - Hatay

Hatay'a geldiğimizde hava çok güzeldi. Karlı YBK haftası sonrası doğa ana bizden özür diliyor gibiydi. Öncelikle kahvaltı etmeliydik ancak yöresel kahvaltı edebileceğimiz bir yer bulamadık. Biz de kendimiz yaratalım dedik, Hatay'ın meşhur peynirlerinden birkaç çeşit aldık. Aynı şekilde fırından, pastaneden ne bulduysak alıp çay bahçesine doğru yola koyulduk.


 Güzel bir kahvaltıdan sonra Meclis Binası'nı ve Saint Pierre Kilisesi'ni gezdik. Meclis Binası güzeldi ancak taş yığınından ibaret olan kilise bizi görsel olarak pek tatmin etmedi. Kilisenin en güzel yanı artık reklamlara bile konu olan tarih bilgilerini bizimle paylaşıp bahşiş bekleyen yörenin çocuklarıydı. Bilgi dağarcıkları ve konuşma akıcılıkları etkileyiciydi.


Oradan Titus Tüneli'nin bulunduğu Samandağ'a geçtik. Bol bol yürüyüp fotoğraf çektik. Deniz kenarında olması da ayrı güzeldi. Ayaklarımızı suya sokup az da olsa yorgunluğumuzu attık.


 Ve günün en önemli kısmı: Yemek zamanı! Yemek yemek için Harbiye'ye çıktık. Harbiye, içinde şelale olan ve yemek yiyip bir şeyler içebileceğiniz bir semt Hatay'da. Aldığımız tavsiyeler üzerine (tabii ki gelmeden önce sorduk soruşturduk :9) Kervan Lokantası'na girdik. Meze ve yemekler güzeldi. Ama tabii ki assolist künefeydi. Gelmesini beklemek bile ayrı güzeldi. Tadınca İstanbul'da yediklerimizin aslında künefe olmadığını anladık. Peyniri, şerbeti, fıstığı.. Hepsi farklı. Künefeyi yemeye başladığınız anla bitirdiğiniz an arasında sürede farklı bir dünyaya geçiyorsunuz. O nedenle fotoğrafını çekmeyi de unutmuşuz sanırım.


Yemek sonrasında şelale kenarında oturup bir şeyler içtik. Ancak kafamızda şu soru vardı. Hatay'a gelip sadece bir porsiyon mu künefe yiyecektik? Aklımıza başımıza toplayıp hemen künefeciye gittik. Birer porsiyon (bazılarımız iki) daha yedik. Artık mutluyduk, uyuyabilirdik. Uygun, temiz bir otel bulup yeni gün için uykuya daldık.

18 Kasım 2011 Cuma

Minibüs Direksiyonları

Eski minibüs direksiyonları hep biraz yamuktur. Şoföre yakın bir yerde ayaktaysam hep o yamuk direksiyondadır gözüm. Her defasında acaba gözüm mü yanılıyor diye düşünürüm. Direksiyon düz hale gelir, bende bir heyecan.. Düz mü gidecek, kaldırıma doğru mu çekecek? Düz mü sağ mı? Bir saniye, iki saniye.. Üçüncü saniyede şoför avcunun içinde tuttuğu direksiyonu sola yönelttiği anda, hayal kırıklığı. Niye hayal kırıklığı onu bilmiyorum işte. Sağa çektiğini bildiğim için düz gitsin istiyorum herhalde ve her defasında "yine olmadı" diyorum içimden. Yarın yine denerim, yine olmaz muhtemelen..

10 Kasım 2011 Perşembe

Atam Sen Rahat Uyu

Marşlar güzel anlatır. Söylemek istediğimiz bir çok şeyi özetler. İçindeki duygu yoğunluğu -tabii hissedebilene- tüylerimizi diken diken yapar. 10 Kasım'da Atamızı sevdiğim bu marşla anıyorum ben, sözlerine bakınca tam da istediği gibi aslında, mirasını koruyarak, O'nun izinde. Rahat uyu.

1 Kasım 2011 Salı

Günaydın

"Günaydın" yalnızca güneşin doğuşu olmasın, sadece sabah söylenmesin istiyorum. Bu sözü yeni günün sarı ışıkları altına sıkıştırmak içime sinmiyor hiç. Günden güne kararan günlerimiz, aydınlıktan yoksun insanlarımız var zaten. Aydınlık içinde olmanın yaratacağı farkındalıktan yoksun geçiyor günler. Bunu değiştirmek için elimizden hiçbir şey gelmese bile, o insanlara "Günaydın!" diyebiliriz. Sadece sabahleyin değil tabii ki, akşam, gece, günün her anında. Onlar şaşırdıkça birkaç şimşek çakar belki, kısa bir süre için bile olsa aydınlatır o karanlık günleri. Aydınlık günlere..