23 Ocak 2012 Pazartesi

O An

"O an" gelir mi hep? O herkesin beklediği, arzu ettiği kısacık zaman dilimi, her zaman gelir mi? Kiminin bir yıl, kiminin bir ömür beklediği.. Tüm soruların cevaplanacağı, tüm yolların rotasını belirleyecek o an. Geri kalan hayatın başlayacağı o an. Hazırsındır o anın gelmesine, ne yapacağını, ne diyeceğini hatta nasıl davranacağını bile biliyorsundur. Tek eksik odur, o andır. O an, bazen hayaller kurduran hayat direnci, bazen de hayattan bezdiren hayal kırıklığıdır. Çünkü o an ya gelir ya gelmez. Gelen ve durmadan gidense sadece zamandır. Farkedebilene ise o an, akıp giden o zaman içinde saklıdır..

5 Ocak 2012 Perşembe

Kör Köyünde Gözü Olmak

Dere, tepe, dağ, bayır dolaşmayı seven tek gözlü bir adam varmış. Yürüdükçe yürür, gezdikçe gezermiş. Bir gün uzaklarda, renkleri karma karışık, alacalı, bulacalı garip bir köy görmüş. Yaklaşmış köyle doğru; yolları yabansı, evleri yabansı, insanları yabansıymış bu köyün. Köyün içine girince anlamış meseleyi, körler köyü imiş meğer burası. Kadınlar, erkekler, çocuklar, velhasıl herkesin sımsıkı kapalı imiş gözleri... Bizim tek gözlü gezgin, o an karar vermiş o köyde yaşamaya.
"Hiç değilse benim bir gözüm var” diyormuş. “Körler ülkesinde şaşılar kral olur derler; ben de bu gariplerin başına geçer, kral gibi yaşarım."
Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, burunları varmış; özellikle de kulakları, çok hassasmış. Kendi aralarında kurdukları düzenlerinde, yuvarlanıp gidiyorlarmış böylece.

Tek gözlü adam, uzaktan uzağa, inceden inceye inceliyor, izliyormuş onları. Yürümeleri yabansı, konuşmaları yabansı, birbirleriyle iletişim kurma yöntemleri yabansıymış, bu gariplerin. Bir gün körlerden biri, diğer bir körün malını çalmış. Tek Gözlü Adam da bunu görmüş. Körler toplumuna kendini kabul ettirme duygusunun dayanılmaz ağırlığıyla, yırtınırcasına bağırmaya başlamış.
- Filancanın malını filanca çaldı!!!
- Nereden biliyorsun, o kadar uzaktan duyulmaz ki, demiş Körler…
- Duymama gerek yok ki, demiş Tek Gözlü Adam, “Gözüm var benim, gördüm onu…”
Körler, “göz” diye bir organdan habersiz oldukları için; “Ne demek görmek?” demişler, “Yani sen duyulmayacak kadar uzak mesafeden, anlıyor musun ne olup bittiğini?..”
“Anlıyorum tabii” demiş Tek Gözlü Adam.
Körler Halkı şaşkın, “O zaman seni sınayacağız, çünkü sana inanmıyoruz!” demişler.

Tek Gözlü Adamı götürüp, hiçbir şeyin işitilemeyeceği bir mesafeye konuşlandırmışlar. Bir de hakem belirlemişler. (Hakem de kör tabii)
Hakem, “anlat bakalım karşı tarafta ne yapıyorlar?” demiş.
Tek Gözlü Adam da anlatmaya başlamış. Oturuyorlar, konuşuyorlar, şu ayağa kalktı, beriki bacağını sallıyor v.s.
Sonra Körler bir evin içine girmişler. Hakem yine sormuş, “Peki şimdi ne yapıyorlar?”
Tek Gözlü adam, “İçeri girdiler… göremiyorum ki!” diye bağırmış.
Körler, Tek Gözlü Adam’ın sahtekarlığını(!) kanıtlamanın(!) verdiği keyifle; “Ne oldu yani içeri girmekle?!” demişler, alaycı alaycı…
- Arada duvar var, göremiyorum, demiş adam.
- Sen atıyorsun, demin söylediklerin de bir rastlantıydı… Bak şimdi bilemiyorsun.
- Çıksınlar dışarı söyleyeceğim demiş, Tek Gözlü Adam...
Bu arada Körler, kendi aralarında gülüşüp, imleşiyorlarmış.
Hakem, “Bu kadar uzaktan duyabildiğine göre; ha içeri ha dışarı, ne fark eder ki?!” demiş.
Sinirlenmiş Tek Gözlü Adam, “Ben duymuyorum kardeşim, görüyorum… gö-rü-yo-rum!!!” diye bağrınmış.
Körler, “Olmaz öyle şey” demişler, “Sen de bir bozukluk var, saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun, seni hekime muayene ettireceğiz…”
Adamı yaka paça yakalayıp, köyün hekimine götürmüşler. (E Hekim de kör tabii.)
Hekim, elleri ile adamı yoklamaya başlamış. Elini, vücudunda, bacağında, yüzünde gezdirirken, “Buldum” diye bağırmış, “Buldum, bozukluk burada!”
Adamın açık olan gözünü kastederek, “Saçmalaması bundan dolayı, ben şimdi düzeltir, hallederim bu işi…” deyip, tüm gücüyle bastırmış parmağını adamın gözüne…

2 Ocak 2012 Pazartesi

Güneydoğu Anı-Gezi Yazıları - 5

5. Gün - Gaziantep

Ve son gün. Yine bir uyanamama vakası. 09.00'da yola çıkmaya karar vermişken istisnasız herkesin uyuyakalıp yine 09.00'da uyanması yorgunluğumuzun bir göstergesi.

Mardin'den yola çıkıp Şanlıurfa üzerinden Gaziantep'e saat 14.00 gibi gelebildik. Gelir gelmez Antep'in meşhur olan yemeklerinden sadece biri olan Nohut Dürümü'nü yedik. Değişik ve güzel akıl edilmiş bir yemek. Çok da ucuz. Ancak fazla yememek lazım gibi.


Gaziantep'te gezilecek yerlerin çoğu yanyana. Cam müzesi, Kale, Mutfak Müzesi, Bakırcılar Çarşısı... Kale hem eğitici hem de güzel bir şehir manzarasına sahip. Kalenin içinde panoramik düzenle bilgiler veriliyor. Okuyacak ve görülecek çok şey var. Şehrin tarihini çok güzel şekilde aktarıyor. Şehit olan 14 çocuk, Araptar Baskını, Kara Yılan, Şehit Kamil hikayeleri bunlardan sadece birkaçı.


Bizim şanssızlığımız pazar gününe denk gelmemiz oldu. Gaziantep'te pazar günleri çarşı esnafının çoğu dükkan açmıyor, bu nedenle çarşıda olan o kalabalık ve heyecandan uzak kaldık. Ancak yine de açık olan yerler vardı, alışverişimizi yapabildik. Alışveriş yapmak çok eğlenceli, tatmadan asla bir şey almıyorsunuz. Dükkan sahibi  hemen ikram ediyor, almasanız dahi sorun yok. Aldığımıza yakın miktarda tattık teşhirdeki ürünleri, tatlıları. Aşağı yukarı hepsi fıstıklı tabii.. Antep'te yetişen, tüketilen fıstığın hesabını düşünemiyorum bile.

Gezerken bir de baktık ki bir kalabalık var, bir dükkandan mal kaçırır gibiler. Biraz yaklaşınca farkettik ki burası İmam Çağdaş. İnsanlar savaş ilan edilmiş de evlere baklava stoğu yapar gibiler. Baklavalarıyla bilinen İmam Çağdaş aslında yemekleriyle daha ünlü, baklava işine sonradan girmiş. Geziye güzel bir kapanış yapmak için girdik İmam Usta'nın yerine, oturduk masamıza. Önden gelen lahmacun leziz, ardından sipariş ettiğim Ali Nazik ise başka bir şeydi. Böyle tarif edilemez bir güzelliği vardı. İnsan bu tatların farkına vardığında İstanbul'da neden bunlar yok diye nasıl hayıflanmasın? Garson bir ara masamıza geldi ve son 2-3 tepsi baklavanın kaldığını söyledi. Bir anda insanlar baklavalara doğru hücum etti. Ben aradan dört kilo çıkarabildim kendime. Alabilenler şanslıydı, böyle garip bir durum. İmam Çağdaş'ın şef garsonuna neden İstanbul'da bir şube açmıyorsunuz diye sorduğumda -ki biliyordum İmam Usta'nın ısrarlara karşı açmadığını, bu kadarı bize yetiyor cevabını aldım. Belki de işlerini iyi yapma nedenleri sadece budur. Her neyse tabii bir de baklavamızı yedik afiyetle.


Gaziantep'te de güzel yemekleri tadarak misyonumuzu tamamlamnıştık. Artık geri dönebilirdik. Havaalanına geldiğimizde yorgunluğumuz yüzümüzden okunuyordu. Sorunsuz ve eğlenceli bir uçak yolculuğuyla da İstanbul'a geri döndük.

Çok güzel beş gün geçirdik Güneydoğu'da. 5 günde 5 şehir gezdik ki kesinlikle yetmedi. Her şehre en az 2-3 gün lazım tek başına. Ancak elimizdeki fırsat ancak buydu ve ne kadar çok görebilirsek o kadar iyi diye düşündük. Gezinin hakkını özellikle her şehirde çok güzel yemekler yiyerek verdik. Gitmeniz, görmeniz ve tatmanız gerek. Özeti budur.