"Çingeneler Zamanı"nda izlemeye doyamadığım bir sahne. Çalan şarkının adı "Ederlezi Avela". Tabii ki Goran Bregoviç. Verilmek istenen duygu hem müzikle hem oyunculukla ancak bu kadar iyi sahnelenebilirdi.
23 Ocak 2011 Pazar
17 Ocak 2011 Pazartesi
Bir Filmden Ne Bekleriz?
Filmlerden ne bekleriz? Bize gerçek hayatı göstermelerini mi yoksa bizi başka bir dünyaya götürmelerini mi?
Ben, bana başka bir dünyayı tanıtan ve beni içine çeken filmleri ayrı bir keyifle izliyorum. En iyi örnekleri ise Tim Burton filmleri. O bize masal anlatıyor ama nasıl oluyorsa anlattıklarına inanmaya başlıyorsunuz farketmeden. "Big Fish"i izleyenler bilirler, filmin sonlarında, size saçma gelen, inanmadığınız, olağanüstü şeylerin aslında ufak dokunuşlarla süslenmiş gerçekler olduğu ortaya çıkıyor. Sırf bu nedenle belki de en sevdiğim filmlerden biridir. Hayalleri gerçeğe dönüştürdüğü için. Ya da sıradan gerçekleri olağanüstüleştirdiği için.
Gerçek hayatı gösteren filmleri de severim ama hep mutsuz bitsin isterim, öyle olanları daha çok severim. Daha gerçekçi gelirler gözüme. Başroldeki karakter ölmese bile uğruna sevdiği veya savaştığı kişiyi/şeyi kaybetsin isterim. Aynı gerçek hayattaki gibi. Ben o filmi kendime daha yakın görüp, daha çok sahiplenirim. "The Last Samurai"ın zirve sahnesinde (climax) Katsumoto'nun ölümü gibi. O sahneden sonra filmde yaşanan her şeyin daha da anlam kazanması gibi.. Uğruna savaşılan şeye duyulan saygının daha da artması gibi..
Filmlerden bahsetmişken yazdıklarıma paralel olarak bir iki de film tavsiye etmezsem içimde kalır. Tim Burton'dan "Big Fish" ve "Edward Scissorhands", Clint Eastwood'dan "Gran Torino". Romantik komedi istiyorsanız "Love Actually". Bir numaran ne derseniz, tartışmasız "The Shawshank Redemption".
Ben, bana başka bir dünyayı tanıtan ve beni içine çeken filmleri ayrı bir keyifle izliyorum. En iyi örnekleri ise Tim Burton filmleri. O bize masal anlatıyor ama nasıl oluyorsa anlattıklarına inanmaya başlıyorsunuz farketmeden. "Big Fish"i izleyenler bilirler, filmin sonlarında, size saçma gelen, inanmadığınız, olağanüstü şeylerin aslında ufak dokunuşlarla süslenmiş gerçekler olduğu ortaya çıkıyor. Sırf bu nedenle belki de en sevdiğim filmlerden biridir. Hayalleri gerçeğe dönüştürdüğü için. Ya da sıradan gerçekleri olağanüstüleştirdiği için.
Gerçek hayatı gösteren filmleri de severim ama hep mutsuz bitsin isterim, öyle olanları daha çok severim. Daha gerçekçi gelirler gözüme. Başroldeki karakter ölmese bile uğruna sevdiği veya savaştığı kişiyi/şeyi kaybetsin isterim. Aynı gerçek hayattaki gibi. Ben o filmi kendime daha yakın görüp, daha çok sahiplenirim. "The Last Samurai"ın zirve sahnesinde (climax) Katsumoto'nun ölümü gibi. O sahneden sonra filmde yaşanan her şeyin daha da anlam kazanması gibi.. Uğruna savaşılan şeye duyulan saygının daha da artması gibi..
Filmlerden bahsetmişken yazdıklarıma paralel olarak bir iki de film tavsiye etmezsem içimde kalır. Tim Burton'dan "Big Fish" ve "Edward Scissorhands", Clint Eastwood'dan "Gran Torino". Romantik komedi istiyorsanız "Love Actually". Bir numaran ne derseniz, tartışmasız "The Shawshank Redemption".
14 Ocak 2011 Cuma
Öylesine Üç Şey
Kaçmak
Koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı ama arkasına bakmadan koşmaya devam ediyordu. Birinden veya bir şeyden kaçtığı belliydi. En sonunda kimsenin göremeyeceği kuytu bir köşe bulmuştu, hem çok katlı bir inşaatın içinde hem de kendi içinde. Kimden kaçtığını düşündü. Bulamadı. Biliyordu aslında.
Geçmiş
Geçmiş değişir mi? Peki ya geçmişe olan bakış açınız değişir mi? Bildiğiniz, kabul ettiğiniz veya kabullendiğiniz şeyler bir sözle alt üst olunca, geçmiş en azından sizin için değişmiş olmaz mı? O geçmiş yeteri kadar güçlüyse ne şimdi kalabilir yerinde sabit ne de gelecek. İşte geçmiş o kadar önemli.
Mantık
Mantık sadece duygunun olmadığı yerde egemendir. Ailenin büyük abisi gibi. Baba yokken asar, keser ama babanın yanında tabiri caizse dut yemiş bülbüle döner. İsyan etmek ister ama bu baba biraz otoriter. Katı, gözü kara, hatta bencil. Ne yaparsın, baba sonuçta..
Başlarken bu üçünü bağlamayı düşünüyordum ama böyle de iyi bence.
Koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı ama arkasına bakmadan koşmaya devam ediyordu. Birinden veya bir şeyden kaçtığı belliydi. En sonunda kimsenin göremeyeceği kuytu bir köşe bulmuştu, hem çok katlı bir inşaatın içinde hem de kendi içinde. Kimden kaçtığını düşündü. Bulamadı. Biliyordu aslında.
Geçmiş
Geçmiş değişir mi? Peki ya geçmişe olan bakış açınız değişir mi? Bildiğiniz, kabul ettiğiniz veya kabullendiğiniz şeyler bir sözle alt üst olunca, geçmiş en azından sizin için değişmiş olmaz mı? O geçmiş yeteri kadar güçlüyse ne şimdi kalabilir yerinde sabit ne de gelecek. İşte geçmiş o kadar önemli.
Mantık
Mantık sadece duygunun olmadığı yerde egemendir. Ailenin büyük abisi gibi. Baba yokken asar, keser ama babanın yanında tabiri caizse dut yemiş bülbüle döner. İsyan etmek ister ama bu baba biraz otoriter. Katı, gözü kara, hatta bencil. Ne yaparsın, baba sonuçta..
Başlarken bu üçünü bağlamayı düşünüyordum ama böyle de iyi bence.
5 Ocak 2011 Çarşamba
Tek Bir Cevap
Kocaman dalgalara karşı kürek çekiyorum, sonunu düşünmeden. Bu güç müdür yoksa acizlik mi? Tek başımayım, kara ise görünmüyor. Kürekten vazgeçip akıntıya kapılırsam çok daha kötü yerlerde bulacağım kendimi, biliyorum. O yüzden kulak asmadan başka düşüncelere, kendi doğrularımın ardındayım, takip ediyorum onları, inatla savunduğum doğruları. Başkaları için yanlış da olsa, benim doğrum bu. Tek bir cevap var içimde, tek bir doğru. İnkar ettiğim an sustuğum an olacak. İnkar ettiğim an tüm cümlelerim anlamsız, tüm cümlelerim yalan oluverecek bir anda. O yüzden hep aynı şeyleri söyleyeceğim ben. Çünkü tek bir cevap var içimde ve tek bir doğru.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)