Kişilere onların geldiğinden bir adım fazla gitmek her zaman iyi değil aslında. Çünkü artık yaklaşmak değil uzak durmak daha çekici geliyor bazı insanlara. Belki gizeminden, belki de ağırlığından dolayı. Kaçan kovalanıyor bir nevi.
Ancak sıcakkanlı insanlar için bunu yapmak zor olsa gerek. Alışkanlıktır çünkü; fazla söz söylemek, birlikte vakit geçirmeyi istemek. İyi niyeti ifade etmeye çalışmaktan ziyade istemsiz olarak o şekilde davranır sıcakkanlı insan. Ama bunu yaparken yüzünü eskitmemeli asla, tutmalı kendini. Sorun onda değil ama uyum sağlamayı da bilmeli.
Var olmayan her zaman daha değerli. Yok olmak değilse de çözüm, mesafeyi korumak faydalı olabilir. Zaten sınır koymak o sınırın aşılmasını hedef haline getirmek anlamına gelmiyor mu?
25 Mayıs 2011 Çarşamba
21 Mayıs 2011 Cumartesi
Bom!
Bu da yaşandı. Beşiktaş sahilde tek başına yürümekte olan 26 yaşındaki A.B. bir anda patladı. Bu üzücü patlama olayının ardından etrafa bilumum dert, tasa ve keder parçacıkları yayıldı. Parçacıklar nedeniyle panikleyen ve kaçmaya çalışan civar halkı ufak çapta bir izdiham yarattı. Yapılan açıklamada dert unsurlarının dışarıya atılmamasından dolayı vücutta biriktiği ve sıkışmadan dolayı patlayıcı etki yarattığı belirtildi.
18 Mayıs 2011 Çarşamba
Yorumsuz Değil, Önyargısız
Birileriyle tanışırken onlarda bıraktığımız, tabi onların da bizde bıraktığı, ilk izlenim, bu ilişkinin gidişatına ne kadar etki edebilir? Az, çok, hiç? Bana kalırsa değişir. Evet, ilk izlenim önemli ancak bunun gelecekteki etkisi, yaşananlara ne kadar düz ve yorumsuz baktığımızla doğru orantılı.
İnsanları tanırken de yeni bir şey öğrenirken de her şey önümüzde artık. En basit örnek internetten her aradığımız bilgiyi bulabiliyoruz veya sosyal medya sitelerinden insanlar hakkında hangi yemeği sevdiğine kadar her şeyi öğrenebiliyoruz. Ancak neden ve nasıl sorularını sormadan, düşünmeden düz şekilde algılamak her zaman doğru olmayabilir. Burada fark yaratan olgu yorumlama kabiliyeti.
Bilgi (veya tespit) cebimizdeki para olsun. Paranın sahte olup olmadığını, ne kadar değerinde olduğunu yorumlamadan çok da değeri yok aslında. Güneşe tutunca görünen Atatürk portresini ve paranın kaç sıfıra sahip olduğunu kontrol etmeden sadece para olduğunu kabul etmek çok da mantıklı değil. Yanlış olmasa da yeterli olmadığı için olumsuz kararlara ve sonuçlara neden olabilir.
Yorumlama kabiliyetinden yoksunluğun kaçınılmaz sonu ise önyargı. Yıkılması gereken kocaman bir duvar, kimi zaman tuğladan kimi zaman taştan. Bu önyargıları kendi elimizle yıkmamız da oldukça zor. Çünkü gurur ve inat bekçiliğini yaparlar, tespitlerindeki yanlışları kolay kolay kabul etmezler. Düzeltmek yine onların merhametine kalmış.
Sözün özü, önden yargılamamalı hiçbir zaman. Yorumlamalı insanları, davranışları, olayları. Her şeyin göründüğü gibi olmadığını bilmeli.
7 Mayıs 2011 Cumartesi
Gül ile Bülbül'ün Hikayesi
Hüseyin Aslantürk Hoca'mın notlarından bir alıntı:
Bülbül bir gün, onca şakımasına rağmen hiç ses çıkarmayan güle hem küser hem de çok kızar! Soluğu doğru lalenin yanında alır hırsından... Ve başlar lalenin başında yine şakımaya! Hatta güle sesini duyurmak ve kıskandırmak için daha önce hiç ötmediği kadar yükseltir sesini. Bülbülün o sesini duyan herkes lalenin başına toplanır. Menekşeler, karanfiller, kardelenler, leylaklar gıptayla bakarlar laleye... Öyle ki; lale kıpkırmızı oluverir bir anda, tıpkı gül gibi... Bülbül zafer kazanmışcasına daha da güçlü ötmek için zorlar kendini ama çıkmaz sesi artık. Ötecek hali kalmayınca da, ne lalenin kırmızısı ne de onu dinleyen çiçekler kalır etrafında. Tıpkı geri döndüğünde bulamadığı gül gibi...
Bülbül telaşlanır ve gözyaşları içinde sorar orkideye; "Gülüm nerede?" diye...
Orkide, "Gülün öldü!" der bülbüle...
Çok üzülür bülbül, bin pişman olur yaptığına!
"Ben onu sadece kıskandırmak için yapmıştım" diye ağlayan bülbülün gözyaşlarını siler orkide ve şöyle der;
"Hata ettin ey bülbül! Gülü herkes kırmızı bilirdi ama o kırmızısını tıpkı lale gibi senin ötüşünden almıştı zamanında. Herkes sana işte böyle hayrandı ama bir tek O, en kırmızıydı sana! Çünkü sessizliğinde de sevdi, şakırken de seni... Bil ki o üzüntüsünden değil, sadece sensizlikten öldü. Şimdi nerede kırmızı bir lale görürsen bil ki bir gül daha ölmüştür.
"Hatıralar mı yaşatır insanı, insan mı yaşartır hatıraları?
Bülbül bir gün, onca şakımasına rağmen hiç ses çıkarmayan güle hem küser hem de çok kızar! Soluğu doğru lalenin yanında alır hırsından... Ve başlar lalenin başında yine şakımaya! Hatta güle sesini duyurmak ve kıskandırmak için daha önce hiç ötmediği kadar yükseltir sesini. Bülbülün o sesini duyan herkes lalenin başına toplanır. Menekşeler, karanfiller, kardelenler, leylaklar gıptayla bakarlar laleye... Öyle ki; lale kıpkırmızı oluverir bir anda, tıpkı gül gibi... Bülbül zafer kazanmışcasına daha da güçlü ötmek için zorlar kendini ama çıkmaz sesi artık. Ötecek hali kalmayınca da, ne lalenin kırmızısı ne de onu dinleyen çiçekler kalır etrafında. Tıpkı geri döndüğünde bulamadığı gül gibi...
Bülbül telaşlanır ve gözyaşları içinde sorar orkideye; "Gülüm nerede?" diye...
Orkide, "Gülün öldü!" der bülbüle...
Çok üzülür bülbül, bin pişman olur yaptığına!
"Ben onu sadece kıskandırmak için yapmıştım" diye ağlayan bülbülün gözyaşlarını siler orkide ve şöyle der;
"Hata ettin ey bülbül! Gülü herkes kırmızı bilirdi ama o kırmızısını tıpkı lale gibi senin ötüşünden almıştı zamanında. Herkes sana işte böyle hayrandı ama bir tek O, en kırmızıydı sana! Çünkü sessizliğinde de sevdi, şakırken de seni... Bil ki o üzüntüsünden değil, sadece sensizlikten öldü. Şimdi nerede kırmızı bir lale görürsen bil ki bir gül daha ölmüştür.
"Hatıralar mı yaşatır insanı, insan mı yaşartır hatıraları?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)