20 Eylül 2010 Pazartesi

İstanbul'um










Sen İstanbul'umsun benim,
En güzel şehir, en büyük aşk.

Kız kulesi gibi narin ve cesur
Kalbimin tam ortasında
Tüm zerafetiyle tek başına.

Vapurlar gibi usul ve sessiz
Onları izlemek kadar güzel
Martılara simit atmak kadar masum.

Ayasofya gibi büyüleyici
Görüntüsüyle dahi etkileyen
Huzur ve sevgi dolu.

Ama bir yandan da,

Kapalıçarşı gibi karmakarışık
Girdiğin kapıyı unutarak
Dönüp durmak içinde umarsızca.

İstiklal gibi kalabalık
Kaçamadan başkalarından
Kabullenmek sadece bir parçası olmayı.

Trafik gibi umutsuz ve çaresiz
Beklerken tıkanmış yolda
Seçmek radyoda çalan ilk şarkıyı.

İşin özeti şu ki;

Boğaziçi gibi stratejik bu aşk
O yoksa şehir yok
Sen yoksan ben yokum.


Özgür Z.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Susmayı Bilmek

Gerektiği kadar konuşmalı herkes
Fazlasına gerek yok.
Fazlasının tek yapacağı
Alıp götürmek artıları.
Duramıyorsan konuşmadan, konuş
Tek başına bir odada
Veya herkesin içinde
Bağırarak, haykırarak..
Ama içinden
Rahatsız etmeden.

Susmayı da bilmeli insan.
Susmak iyidir hem..
Asildir, zariftir
Yerini bildiğinin,
Ağırbaşlılığın göstergesidir..
Saygı sebebidir.
Birikse de içinde
Tut kendini, dayan
Yapabilirsin.
Konuşmak değil meziyet olan
Susabilmek.
Konuştukların kadar varsın belki ama,
Susabildiğin kadar varolacaksın.


Özgür Z. (2010)

11 Eylül 2010 Cumartesi

Küçük İskender

Son zamanlarda Facebook'a girmişseniz Küçük İskender'e ait birkaç dizeye rastlamamış olmanız imkansız. Paylaşıldığı anda hemen beğenilir, 5 dakikada yorumlar alır başını gider.

Benim lisemden mezun olduğu için kendisini az biraz araştırmış, birkaç şiirine göz atmıştım. Çok da üzerinde durmamıştım açıkçası. Sosyal medya ortamında bu kadar popüler olunca, yazılarını yüzeysel okumak yerine kendisi hakkında biraz daha araştırma yapma gereği hissettim.

Küçük İskender 64 doğumlu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra 5 yıl Cerrahpaşa'da tıp okuyup doktor olmaktan vazgeçmiş. Daha sonra 3 yıl da sosyoloji okuyup sanat hayatına ağırlık vermek için okulu bırakmış. Kariyerinde özellikle uluslararası alanda bir sürü başarı var, isteyenler resmi sitesinde özgeçmişine bakabilir. Benim en çok dikkatimi çeken ise 2003'te Berlin'de düzenlenen İlk Türkiyeli Eşcinseller Kongresi'nde konuşmacı olması. Cinsel tercihini açıklamakta herhangi bir sakınca görmüyor. Anarşist bir yapısı var.

Bu kadar sıradışı bir insan olmasına rağmen yazdıklarında kesinlikle kendinizden bir parça buluyorsunuz. Bir de kullandığı dil kimi zaman ağır küfürler içerse bile, o kadar etkiliyor ki sizi, Facebook'ta paylaşmadan edemiyorsunuz :9. Çok da fazla uzatmadan birkaç alıntıyla yazıyı sonlandırayım.

"Senin hep "seni seviyorum ama..." ların vardı. benimse "ama seni seviyorum"larım ..."

"Alt yapısı olmayan bir şehir gibiyim.. Ne zaman hüzünlensem gözlerimi su basıyor.. Ve ne zaman seni düşünsem, kalbimin trafiği aksıyor..."

"Bugün kitap izledim, film okudum, yemek dinledim, müzik yedim...
Aklım sendeydi hiçbirşeyi doğru yapamadım..
Şaşkınım."

"Diyemediklerim yoktu benim.. İçimdeki sessizlik değil "sensizlikti"..
İçimdekilerini haykırdım! Bana sadece yankıları kaldı..
Ben yine aşkta sınıfta kaldım.."

"Siz bir kelebeğe tutunuyorsunuz telaşla,
Onu incitmeden,
Kelebek telaşla geldiği tırtıla tutunuyor
İnsan bu,
Azat etmek de gerek korkmayın,
...Unutuluyor!"

"Kimi seversen sev, nasıl seversen sev, unutma ki bilinmeyecek değerin.
Ne yaptığın ya da nasıl yaptığın değil, yapamadıkların sorgulanacak / suçlanacaksın..
Yıllarca döktüğün gözyaşına bakmadan, belki "bir an yaşadığın tebessüm" batacak birilerine,
Nasıllar sorulmadan, nedenlerle yargılanacak..
Ağlayacaksın, ağlamak istemiyorsan; kimsede müebbet kalmayacaksın"

"Ben senin televizyonunum...
Uzaktan kumandan olmayınca
Tuşuma basıp da çalıştırmayı unuttuğun...
Ben seni yerel sevdim..
Sen beni genel..
Ben sana naklen yayındım!
Sen benim yaralarıma bant sardın...
Şimdi kaçıncı kanalı açarsan aç..
Reytingi tavana vurmuş karıncalı bir yalnızlığım..."

8 Eylül 2010 Çarşamba

Pilavlık Pirinç

Övündüğüm birkaç şey varsa biri de gerçekçiliğimdir. Ne boş hayaller kurarım ne de olmayacak duaya amin derim. Farklı olduğumu düşünürüm herkesten, çünkü farklıdır benim doğrularım onlardan. Onlar istediklerinin imkansız olduklarını bilmezler, umutla beslerler kendilerini. Onlar kim? Herkes. Dünya benim etrafımda dönüyor ya hani işte o misal.

Gerçekçiyim diyorum, aslında hep zoru sevdim ben, hep zoru istedim. Evet biraz üşengecim, doğrudur ama hiç kolaya kaçmadım hayatta. Belki de hep iyisini hakettiğimi düşündüm. Çünkü herkesten farklıydım ben. O zoru ben elde edemeyeceksem, kim edebilirdi ki? Evet, başardıklarım, elde ettiklerim oldu ama Dimyat'a giderken yolda bulgurumu kaybettiğim de oldu. Bu alışkanlık gibi oldu artık. O nedenle yitirdiğim bulgurlara mı üzülmeliyim yoksa sahip olamadığım pirinçlere mi karar veremiyorum çoğu zaman. Sanıyorum buna karar verebilmem için herkesten farklı olduğumu, hep en iyisini hakettiğimi kendime hatırlatmam gerekiyor tekrar.

Ben herkesten farklı olduğumu düşünüyorum ama aslında herkes birbirine benzer. Sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, korkularımız hep aynı değil mi? Alışkanlıklarımız bile aynı çoğu zaman. O ufak farkı yaratan ise bilinç ve olgunluk bence. Ne istediğini ve ne elde edebileceğini bilmek. Dolayısıyla ne kaybedeceğini de bilmek. Hep zoru severek, isteyerek bu dengeyi sağlamak zor ama imkansız değil. Ama kimse de mükemmel değil..
 
Gökyüzü ne kadar yüksek bilmesem de olur, ben ne kadar yükseğe ulaşabilirim, bana bu lazım. Belki gökyüzünü de geçerim. Bulgur pilavını da sevmem zaten.

3 Eylül 2010 Cuma

Kurbağa ile Akrep

Çok sevdiğim kısa bir hikayeyi paylaşmak istedim.

Akrep, bir gün derenin kenarında kara kara nasıl karşıya geçeceğini düşünürken, tam o sırada nehrin karşı kıyısından kendisine doğru zıplaya zıplaya gelen kurbağayı görür. Kurbağaya "Beni karşıya geçirir misin?" diye sorar. Kurbağa biraz da korkunun verdiği dürüstlükle "Ama sen akrepsin, sokarsın beni!" diye cevap verir. Akrep ise "Eğer ben seni sokarsam sen de ölürsün ben de, seni niye sokayım?" diye mantıklı bir şekilde karşılık verir. Kurbağa düşünür ve akrebe hak verir. Alır akrebi sırtına, öbür kıyıya doğru başlarlar ilerlemeye. Tam nehrin ortalarında ensesinde bir acı hisseder kurbağa. İkisi de ölmek üzeredir. Döner ve sorar akrebe: "Neden?". Akrebin cevabı kısa ve nettir: "Ne yapayım, huyum bu!".